Koridor boyunca uzanan sağlı sollu kapılara tek tek bakarak ilerledi iri adam. Son hücreye geldiğinde, belinden bir tomar anahtar çıkardı ve kapıyı açarken seslendi,
‘’Vakit geldi yüce hokkabaz, hadi son bir numara yap, eğlendir bizi! Ha! Ha! Ha!’’. Kapıyı sertçe içeri doğru açtı.
Altı metrekarelik hücrede, sadece bir sedir vardı. Üstünde de ayı postuna benzer bir örtünün içinde yatmış olan adama doğru yaklaştı ve eliyle sedirden aşağı çekti. Ama postun altında hiç kimse yoktu. Panikle arkasını döndü, karanlığın içinden bir el kafasına doğru uzandı. İri adam gelen darbeyi savuşturmaya çalıştı ancak dengesini kaybetti ve sedirin yanına yuvarlandı. Bayılmıştı.
Hokkabaz dedikleri adam, gardiyanın üstünden elbiselerini acele etmeden ama gayet seri şekilde çıkardı. Üstündeki paçavraları çıkartıp yeni elbiseleri giydi. Kısa bir kılıcı vardı gardiyanın, alıp kemerini beline doladı. Kılıcı çekti ve kafasını bedeninden ayırdı.
Hücreden yavaşça çıktı, karanlık koridora yöneldi. Karşıda aralık bir kapı vardı. Koridora oradan sarı bir ışık sızıyordu. Sessiz adımlarla ilerledi, kapının arkasına geçip dinlemeye başladı. Sarhoş bir gardiyan kendi kendine o yörenin çok ünlü, bol müstehcen şarkılarından birini mırıldanıyordu. Hokkabaz içeri baktı. Sarhoş gardiyan büyük bir masaya oturmuş, arkası dönüktü. Saçı başı birbirine girmiş yaşlı hokkabaz tereddüt etmeden arkasına seğirtti ve kılıcı ustalıkla sarhoşun boğazından geçirdi. Gardiyan yere acayip sesler çıkartarak serildi ama sanki hala dudaklarında şarkının müstehcen kelimelerinden biri takılmıştı; ya da küfrediyordu…
Kılıcını cesedin üstünde temizledi, ana giriş kapısının yanındaki meşaleyi alıp binadan çıktı.
Yolun karşısında iki adam girişe bakıyordu ve aradaki mesafeden dolayı, hokkabazı tanıyamadılar, ‘’Adamı getirinde gidelim, soğuktan kıçım dondu!’’
Hokkabaz meşaleyi yere attı ve karanlıkta hızla onlara doğru koşturdu, sol elini kaldırdı ve sol taraftakine doğru uzattı, elini yumruk şekline getirdi, adam korkuyla inledi, yumruğunu açarken elinin tersini havayı yararcasına savurdu. Adam birkaç metre havalandı ve savruldu. Diğer adam hemen kılıcına sarıldı ve karanlıkta belli belirsiz hokkabaza doğru atıldı, hokkabaz sağ elinde ki kılıcıyla önce adamın kılıç tutan elini, sonra da kafasını uçurdu.
Karanlığa savrulan gardiyan toparlandı ancak korkmuştu. Adanın yönetimi ve gardiyanların yatakhanesinin olduğu eski zindan kulesine doğru kaçmaya başladı. Hokkabaz arkasından koşturdu ancak gardiyan daha hızlıydı, hokkabaz koşmayı bıraktı ve gözleriyle gardiyanı iyice seçene kadar bekledi, sonra tekrar sol elini kaldırdı, dudaklarından onlarca yıl önce unutulmuş sözler döküldü, yumruğunu sıktı, işaret parmağıyla karanlığa dokundu, gardiyan çığlık çığlığa alevlere büründü ve birkaç adım atar atmaz düştü. Hokkabaz tekrar yumruğunu sıktı, gardiyanın üstündeki alevler yok oldu.
*
Bir süre önce
Yaşlı usta, Gözcü Nokku bütün güçlerinden arındırılıp bu adaya atılalı en az yüz sene olmuştu, kendisinden sonra hizmetinde olduğu yol ve bu yolun hizmetkarları yavaş yavaş yeryüzünden silinmişti. İlk başlarda, en az beş sene, gücünü tekrar kazanmasının bir yolu olup olmadığını düşündü, bunun bir yolu olmadığına kanaat getirdikten sonra, tekrar güçleri kazanmak üzere kafa yordu ve aklına gelen her yöntemi denedi, tanrıya yalvardı, küfretti, ağladı, unuttu… Kendisini cezalandıranlara küfretti, intikam almaya yemin etti sonra vazgeçti ve onlara da yalvardı ama nafile, aradan onlarca sene geçtikten sonra intikamını alacağı kişilerin adını da unuttu, kendininkini de… Aklını da birçok kez yitirdi ve tekrar hatırladı , ama artık geçen bunca seneden sonra emin olduğu tek şey vardı, intikamını alacağı hasımlarından yaşayan kimse kalmamıştı, ölmeyi istemekten bile sıkılmıştı, ama asla intihar etmeye yeltenmedi, hep şu umudu taşıdı, ‘’ölecek olsa idim şimdiye kadar ölürdüm, sonum burada olacaksa şimdiye kadar olurdu, demek ki bir gün buradan çıkacağım’’.
Hücresinin tek bir hava deliği yoktu, senelerdir gün ışığını görmemişti, zindan kulesi yandığında onu buraya getirdikleri zaman geceydi ve dolunay vardı. Güneşin rengi konusunda birçok defa kendi kendine kavga etmişti ama içinden bir ses yakında buna emin olması için bir fırsatı olacağını söylüyordu. Bunun gibi birçok kez umutlara kapılmıştı ama sanki bu his diğerlerinden çok farklıydı.
Hücrenin ortasında gözlerini yakan bir tutam ışık belirdi. Nokku dizlerini kucağına aldı, sağ elini gözlerine siper etti, korkuyla ışığa baktı. Işık boşlukta aktı ve bir siluete dönüştü, tanıyordu bu kişiyi hem de çok iyi tanıyordu. Ama kimdi bu?! Siluetin dudakları kıpırdadı, çok tanıdık bir ses konuştu,
‘’ Nokku! Buradan çıkmak istiyor musun?’’
Nokku tereddüt bile etmeden ‘’evet!’’ diyecekti ama içini bir panik kapladı, buradan çıksa ne yapacaktı? Bütün geçirdiği zamanlar boyunca buradan çıkmayı düşündü ama… Kafası karıştı…
Ses, ‘’Nokku, eğer çıkmak istiyorsan bana bunu söyle, ama bir şartım var, ve onu da peşinen kabul edersen sana güçlerinin bir kısmını tekrar verebilirim.
Nokku, ‘’Sen tanrı mısın?’’
Işık titreşti, ses biraz sonra belirdi, ‘’ Hepimiz tanrıyız’’
Yaşlı hokkabaz duraksadı, ‘’Yoksa Ulu Kızıl Kanat Faznimatrus mu? Kimsiniz?’’
Ses, ‘’Tanrı benimle konuşacak kadar küçülmez, kızıl kanat kadar yüce olacak erdemli bir hayat da yaşamadım… Şimdi söyle bana, şartımı peşinen kabul edip güçlerinin bir kısmını istiyor musun?’’
Nokku silueti inceledi, bu adamı nerden tanıyordu? Sesi, konuşmasındaki vurguyu, telaffuzundaki kusursuzluğu… ‘’Şartın ne?’’ dedi.
Işık titreşti ve kaybolmaya yüz tuttu, ‘’işte sana güçlerinin bir kısmı Gözcü Nokku’’.
Yaşlı adam bilgeliğin kendine geldiğini hissetti, kendine ait olan, unuttuğu, unutturulan, arındırılan bilginin… ‘’ve şart şu, buraya neden geldiğini hatırla ve bil ki sen buraya hak ettiğin için kapatıldın, bunu anlaman ve hayatına bunu kabullenmiş ve cezasını doldurmuş biri olarak devam etmen…’’ Nokku itiraz etmedi ama buraya ne için kapatıldığını tam olarak gerçekten hatırlamıyordu.
Işık iyice azaldı, tam yok olacakken ‘’biraz sonra buraya seni idam etmek üzere götürmek için bir gardiyan gelecek, şartımı iyice anladıysan ve kabul ettiysen gücünü kullanarak buradan kaç, eğer şartımı anlamadı isen veya kabul etmedi isen idama razı ol. Senin hak ettiğin bu. Eğer şartımı yerine getirmeden kaçmaya kalkarsan bil ki hayatının zindan dönemi sana cennet gibi gelecek.’’
Nokku donuk bakışlarla ışığın kayboluşunu izledi. Zihnine o kadar çok imge ve plan doldu ki hiç birini anlayamadı. Ama koridordan gelen sesi fark etti, birisi yaklaşıyordu.
*
Kule efendisi elindeki mektuba baktı, bunu masasının üstüne kim koymuştu bilmiyordu ama üstünde bu günün tarihi ve kendi adı yazılıydı.
‘’Büyücü Nokku’yu teslim alan Kule Efendisi Matradus tarafından’’ yazıyordu zarfın üstünde. Büyücüyle temas kurmak kesinlikle yasaktı, birçok kural değişmişti ancak bu kural hiç değişmedi. Yemek ve su vermek yasaktı. Arada sırada, ‘senede bir’ , gardiyanları gönderir yaşayıp yaşamadığını kontrol ederdi. Tehlikeli bir adam olduğunu düşünürdü hep ama genelde varlığını tamamen unuturdu.
Kel kafasını kaşıdı ve dışarıdaki gardiyana seslendi.
Uzun boylu, yapılı, sarışın bir adam içeri girdi, ‘’Buyurun efendim?’’
Kule efendisi elindeki zarfı gardiyana doğru çevirdi ve ‘’Bunu masamın üstüne kim koydu? Benden habersiz odama birisi mi girdi?’’
Gardiyan temkinli ‘’Hayır efendim kimse girmedi, o mektuptan da haberim yok.’’
Kule efendisi ‘’Tamam… bana şarap getir’’
Gardiyan kafasıyla emri onayladı ve kapıyı çekip çıktı. Kule efendisi mektubu dikkatlice açtı. İçindeki dörde katlanmış kağıdı çıkardı ve muma yaklaştırıp okumaya başladı, lakin yazılar silikleşmişti.
‘’Kule Efendisi Matradus’tan Kule Efendisi Oyukgöz’e. Zindanınızda bulunan, tarafımdan teslim alınmış Gözcü Nokku isimli şahsın mektubu açtığınız günde idam emri verilmiştir. Tamamen güçlerini yitirmiş olup kuvvetsizdir ve tehlike arz etmez. İnfazı biran önce gerçekleştirin. Odanızda Gözcü Nokku’ya ait olan sandıkta kişisel eşyaları bulunmaktadır. Onları da denize atın.’’
Yazının altında dört tane isim, mühürleri ve imzaları vardı. Birisi Matradus’tu, birisi Nokku’yu yargılayan hakim, birisi devrin vezirlerinden, birisi Ulu Kızılkanat ki bu ismin altında yanık bir parmak izi vardı.
Mektubu masanın üstüne bırakıp, odasına baktı. Etrafta sandık falan yoktu. Muhtemelen yangında yanıp gitmiştir diyerek mektubu çekmecesine koydu.
Gardiyan içeri girdi, şarabı masanın üstüne bıraktı.
Kule Efendisi Oyukgöz: ‘’Hokkabazı bahçeye getirin, idam edilecek’’.
Gardiyan şaşırdı, gecenin bu vakti bu da nerden çıktı diye düşünürken, ‘’Efendim Hokkabaz.. Ama onun yanına girmek yasak?!’’
Oyukgöz, ’’Eskiden güçlü bir büyücüymüş, ama şu anda, bir cüce soytarı bile bizim için daha tehlikeli olurdu. Beni duydun, getirin onu’’
Gardiyan daha fazla sorgulamadan ‘’Emredersiniz Efendim ‘’ diyerek çıktı.
*
Nokku patika boyunca yavaş yavaş kuleye doğru yürüdü. Kule yaklaşık yirmi metreydi, görünüşe göre restore edilmişti ve sağlam gözüküyordu. Girişinde birkaç kişi vardı. Bazı katlarda da ışıklar titreşiyordu.
Gölgelerin içinden süzüldü, görünmeden yaklaşabileceği kadar yaklaştı. Dört kişilerdi.
Sol elini kaldırıp, mırıldanmaya başladı.
İçlerinden biri sertçe kılıcını çekti ve yanındakine sapladı, diğeri şaşırdı ve durdurmak için üstüne atladı, dördüncü gardiyanda boğuşmaya katıldı.
Nokku yumruğunu açtı ve diğerini hedef alıp tekrar yumruğunu sıktı. İşaret parmağını uzatırken dudağından sözler döküldü.
Ortadaki adam alev aldı, bağrışmaya başladılar.
Nokku tereddüt etmeden ortalarına daldı ve şaşkın gardiyanların tek tek canını aldı.
Kuleden koşuşturma sesleri geliyordu ve birisi ‘’Aşağıda neler oluyor diye bağırdı’’.
Nokku Kuleye girdi ve sarmal merdivenleri çıkmaya başladı, karşısına gelenleri hiç zorlanmadan kılıcıyla biçti. Katları tek tek aştı ve yatakhane katına ulaştı. Etrafta birkaç şaşkın çıplak gardiyan vardı.
Yumruğunu sıktı, ileri uzattı ve avucunun içini yere doğru açıp, yukarı aşağı hareket ettirdi.
Ayaklarının önünde çok koyu renkte, adeta siyah bir ateş belirdi. Avucunu koridora çevirdi ve bütün yatakhaneye siyah alevler yayılmaya başladı. Nokku arkasına bakmadan yukarı çıkmaya devam etti. Yatakhaneden çığlık sesleri yükseliyordu.
Merdivenlerde birkaç gardiyanı daha ölüme yolladı ama son karşılaştığı sarışın iri adam çetin ceviz çıkmıştı. Kendinden daha iyi kılıç kullanıyordu ama fırsatını bulup, koridorun sonuna doğru savurdu, duvar parçalandı ve sarışın adam aşağı düştü. Bu manzarayı gören kel bir adam, ki hiç askere benzemiyordu, bir odaya girdi ve kendini içeriye kilitledi.
Aşağıdaki sesler arttı, çığlıklar, merdivenin çatırtısı… Aldırmadı ve kilitli kapıya yanaştı. Sol işaret ve orta parmağını kilidin üstünde gezdirdi. Kilitten sarı bir duman yayıldı. Kolu çevirdi ve kapıyı açtı.
Odanın köşesinde duran Oyukgöz, elinde kılıcı titriyordu.
Nokku, ‘’Korkmanıza gerek yok kule efendisi, ben eşyalarımın nerde olduğunu sormak için geldim.’’
Oyukgöz, ‘’be.. be.. ben.. bilmiyorum.. siz Hokkabaz Nokku musunuz?’’
Nokku kaşlarını çattı ve kılıcını adama doğru uzatıp yanaştı, ‘’Hokkabaz mı? Sizde mi bana öyle sesleniyorsunuz?! Gardiyanların hepsini bu yüzden kılıçtan geçirdim!’’ birkaç adım daha attı ve iyice yanaştı ‘’Şimdi söyle eşyalarım nerde? Kafanı yarıp da içinden bu bilgiyi alırım ama uğraştırma beni!’’
Oyukgöz kılıcını elinden düşürdü ve iki elini hava kaldırdı, ‘’Yemin ederim bilmiyorum, mektupta odamda olduğu yazıyor ve yangında yanmış olmalı, ben bilmiyorum görmedim hiç’’
Nokku sol elini yerdeki kılıca doğru uzattı ve odanın uzak köşesine doğru savurdu. ‘’Dediğinden bir şey anlamadım, ne mektubu?’’
Oyukgöz çekmeceyi işaret etti, ”çekmecede, buyurun siz bakın.’’
Nokku çekmeceyi açtı, mektubu bir bakışta okudu, ‘’anladım. Senin adın Oyukgöz öyle mi?’’
Kulenin Efendisi: ‘’Yok hayır o benim soy ismim. Adım…’’
Nokku araya girdi: ‘’ adın lazım değil Oyukgöz efendi, ama eşyalarımı görmen lazım, bu gözlerle göremiyorsan onlar olmadan görmen gerekecek’’ dedi ve kılıcıyla üstüne atıldı.
Birçok yara açtı, Oyukgöz kan revan içinde yerde kaldı. Nokku sol elinin başparmağını Oyukgöz’ün alnının ortasına dayadı ve mırıldandı. Oyukgöz kaskatı kesildi. Nokku’yu korkarak izliyordu ama hareket edemiyordu.
Tam o anda kapıdan bir ses geldi ‘’Efendim kaçın kule yanıyor’’ dedi ve birisi belirdi. Nokku arkasını döndü ve kapıya baktı. Sol elini kaldırdı ve kapıyı adamın üstüne doğru sertçe kapattı, adamın burun kemiklerinden iç kaldırıcı çatırtı sesleri duyuldu.
Nokku tekrar Kule Efendisine döndü ve kılıcın ucuyla adamın gözlerini çıkardı, ayağa kaldırdı, ‘’şimdi bak bakalım etrafa, benim eşyalarım nerde?!’’
Adam titreyerek elini kaldırdı ve odada boş bir köşeyi işaret etti.
Nokku, ‘’ Git ve onları bana getir’’
Adam yalpalayarak, sonra sürünerek köşeye gitti ve ellerini kavramak için boşluğa uzattı ve o anda ellerinin arasında bir sandık peydah oldu.
Nokku adamın yanına geldi, sandığı kendine doğru çekti.
Oyukgöz yere yatmış, titriyor, mırıl mırıl ağlamaklı sözler söylüyordu.
Nokku, onun da şarkısına son verdi.
*
Yüce Büyücü Gözcü Nokku, güneşin doğuşunu izlemeden önce bütün işini bitirdi; küçük adada ondan başka yaşayan kimse kalmamıştı. Gardiyanlar, hizmetkarlar, bin bir çeşit azılı suçtan buraya gönderilmiş umutsuz suçlular… Önce kulenin tamamen yanıp kül olmasını seyretti. Bu sırada düşündü buraya neden gönderildiğini, işlediği iddia edilen suçu, kendisine atılan iftirayı, arkasından iş çeviren yakın dostlarını, rüşvet yiyen hakimi, çok güvendiği ama tam ihtiyacı olduğu anda ortadan kaybolan Kızıl Kanadı… Ve mektup, demek Kızıl Kanat ta bu işin içindeydi… Hepsinden intikam almaya yemin etti. Eğer öldülerse onları mezarlarından çıkartıp kemiklerini yakacaktı. Varsa çocuklarını boğacaktı. Hiç durmadan kendini intikamını almak için biledi.
Hücresinde gördüğü silueti mucizevi bir şekilde tamamen unutmuştu.
Bir haftadır limanda bir geminin gelmesini bekliyordu. Issız adada tek başınaydı ve adanın etrafında gözle görünür hiçbir kara parçası yoktu. Sal yapmak için uygun ağaç da yoktu. Neden bilmiyor ama tüm gücüne tamamen hakim değildi. Yoksa buradan göz kırpma süresinde istediği yere gidebilirdi. Hayıflanarak beklemeye ve ufuk çizgisini takip etmeye devam etti. İllaki bir gemi gelecekti.
Adada hayvan olmadığı gibi tatlı su kaynağı da yoktu. Demek ki buraya sık sık bir geminin gelmesi gerekiyordu. Aynı zamanda yeni suçlularda geliyor olmalıydı. Beklemeye devam etti. Bu arada intikam planlarını kuruyor, kişilerin isimlerini tek tek kendine hatırlatıyordu. Listesi gerçekten uzundu.
*
İkinci haftanın sonunda ufukta büyük bir yelkenli belirdi, adaya doğru geliyordu. Birkaç saat sabırla bekledi, yelkenli yavaş yavaş iyice yaklaştı ve Nokku, Kule Efendisi Oyukgözün kılığına girdi.
Yalanı da hazırdı; adanın lanetlendiğini söyleyecek ve kendisinden başka kimsenin yaşamadığını, binaların yandığını….
Hırsla ayağa kalktı, gemi rotasını değiştirmiş, başka yöne doğru uzaklaşıyordu!
Olduğu yerde zıplayıp bağırmaya başladı. Ama gemi rotasını düzeltmedi ve uzaklaşıp gözden kayboldu!
Sabırla oturdu ve beklemeye devam etti.
Said Halid Yeleğen, 2013